Gap Turu Gezi Önerileri: Nereler Gezilir, Nerede Kalınır, Neler Yenir?
6 gün önce 38 görüntülenme

Gap Turu Gezi Önerileri: Nereler Gezilir, Nerede Kalınır, Neler Yenir?

Türkiye’nin güneydoğusu her köşesiyle ayrı bir hikaye anlatıyor. Tarihle buluşmak, farklı kültürlerle tanışmak ve unutulmaz bir yolculuk yapmak istiyorsanız GAP Turu gerçek bir yolculuk hissi yaşatıyor. Bu rotayla yalnızca buradaki şehirleri gezmiyorsunuz, Anadolu'nun binlerce yıllık belleğine de dokunuyorsunuz. GAP turu rotasındaysa genellikle Diyarbakır, Batman, Mardin, Şanlıurfa, Adıyaman, Gaziantep, Malatya ve Antakya yer alıyor. Diyarbakır’da taş sokaklarda dolaşırken zamanın ritmini adeta hissediyorsunuz. Mardin’in teraslarından Mezopotamya Ovası’na bakarken günbatımını burada izlemek adeta büyülüyor. Gaziantep’in yemekleriyle buluştuğunuzda, aslında şehrin derin kültürüne daha da yaklaşıyorsunuz. Adıyaman’da Nemrut Dağı’nın zirvesinde gün doğumunu izlerken, doğayla tarihin buluştuğu en özel anlardan birine de tanıklık ediyorsunuz. Hatay'da ise tarihi ve kültürel zenginlikleriyle biliniyor. Lakin deprem sonrası bazı bölgelerde yeniden yapılanmalar sürüyor. Antakya’nın tarihi dokusu ve kültürel çeşitliliği ise hala hissediliyor. Hatay farklı inançların ve dillerin buluştuğu bir yer, eski canlılığını geri kazanmak adına adımlar atıyor. Ziyaretiniz, bölgeye hem destek hem de kültürel mirasa tanıklık anlamına geliyor. "Bu yolculuk bir tatilden fazlası. GAP rotasında attığınız her adımda farklı bir hikayeye, sıcacık bir tebessüme, samimi bir sofraya denk gelirsiniz. 

GAP Turu Yol Haritası

GAP Turu Hangi Şehirleri Kapsar?

GAP Turu rotası dendiğinde akla sadece şehir isimleri gelmesin. Her biri kendi kültürü, tarihi ve lezzetleriyle öne çıkan duraklardan söz ediyoruz. Bu rotada genellikle Diyarbakır, Mardin, Şanlıurfa, Gaziantep, Adıyaman, Batman gibi şehirler yer alıyor. Bazı turlar Malatya, Hatay ya da Adana’yı da kapsayabiliyor. Hangi şehirde ne yapılır, ne yenir, nereye mutlaka uğramak gerekir sorularının hepsine aşağıda detaylıca değindik.

Gaziantep

Gaziantep’e gelip sadece bir iki müze gezip dönmek bu şehre haksızlık olur. Burası öyle bir yer ki her sokağında tarihle, her lokmasında buranın kültürüyle karşılaşıyorsunuz. Zeugma Mozaik Müzesi'nde gözünüz yerdeki detaylarda kaybolur, Medusa Cam Eserler Müzesi'nde zamanın zarafetiyle baş başa kalırsınız. Dülük Antik Kenti, Pişirici Kasteli gibi yerlerde adeta geçmişe dönüş yaşadığınızı hissediyorsunuz. Gaziantep’in sokaklarına karışmadan, Bakırcılar Çarşısı'nda bir ustanın örs vuruşunu duymadan, Tahmis Kahvesi'nde ağır ağır pişmiş bir menengiç içmeden burayı tanımış sayılmazsınız. Şehrin kalbiyse çarşılarda atıyor. Bakırcılar Çarşısı'nda her köşe başında bir el emeği var. Cezve, sahan, bardağın hepsi ustasının el emeğiyle işlenmiş. Yan sokaklardan biri olan Gümrük Hanı’nda kutnu kumaşından sedef işçiliğine kadar birçok zanaatın bir arada yapıldığını göreceksiniz. Hanın karşısındaki Antepsepeti’nde Gaziantep’in farklı çarşılarından toplanmış ürünleri bir arada görmek mümkün, vaktiniz azsa kurtarıcı bir nokta diyebiliriz. Bir kahve molası vermek isterseniz de, Kahveci Seddar Bey’de tek fincanda iki ayrı kahveyle yapılan, karışmadan pişen çift renkli kahveyi denemeden geçmeyin. Gaziantep’in mağaraları da başlı başına bir kültürel katman. Şahinbey Savaş Müzesi’nin altındaki mağaradan geçerken o dönemin ruhunu hissediyorsunuz. Bir başka mağara da Kaleoğlu Mağarası. Gün ışığı almayan ferah bir mağara kafe. Hamam Müzesi’nde gezerken Osmanlı hamam kültürünü daha yakından tanıyorsunuz. Bu şehirde kültür sadece müzelerde saklı değil, Rumkale gibi doğayla bütünleşmiş alanlarda da tarih sizi içine çekiyor. Fırat’ın kıyısında kurulmuş, Hristiyanlığın yayılışında önemli bir rol oynamış. Gaziantep Oyuncak Müzesi'de çocukken oynadığınız oyuncakların geçmişteki versiyonlarını görünce adeta zamanda yolculuk yaptığınızı hissedeceksiniz.  Aynı zamanda yüzünüzde aniden bir tebessüm oluşuveriyor. Müze, eski bir Antep evinde yer alıyor, bu da onu daha özel kılıyor. Yesemek Açık Hava Müzesi ise bambaşka bir deneyim. Yüzlerce heykelin ve bir zamanların heykel atölyesinin yer aldığı bu alanda, taşların dili olduğunu fark ediyorsunuz. UNESCO’nun geçici listesinde olmasına şaşırmamalı.

Gaziantep

 Zeugma Mozaik Müzesi

Bu kadar kültürün ortasında insanın karnı da çabuk acıkıyor. İyi ki de öyle oluyor çünkü Gaziantep’te acıkmak, mutfakla yapılacak bir yolculuğun ilk adımı sayılıyor. Katmer için Metanet ya da Zekeriya Usta’ya uğrayın. Nohut dürüm için kuyruğa giriliyor. Nohut dürüm deyip geçmeyin, oldukça lezzetliydi. Kebap deyince de Çulcuoğlu. Ciğer için de sabah ezanıyla açılan Haydar Usta bizi oldukça şaşırttı. Saat 7 olmadan ciğerler bitmiş oluyor, bu yüzden erken gitmelisiniz. Küşleme için Halil Usta bir numara. Et ağzınızda dağılıyor, tadı damağınızda kalıyor. Buraya kadar gelmişken simit kebabını da yemeden dönmeyin. Hışvahan ise özel bir akşam yemeği için biçilmiş kaftan. Eski bir handa üç ayrı mekanda farklı ambiyanslar var; birinde fasıl, birinde DJ performansı, bir diğerinde susamhane. Anneanne yemeklerinden iş yemeklerine kadar geniş bir skalada hizmet veriyor. Kale manzarası da cabası. Alkollü içecek seçeneği mevcut. Keyifli bir akşam için iyi bir tercih. İmam Çağdaş’ta semsek, yoğurtlu Ali Nazik, klasik ama her lokmasına değiyor. Dukat Kebap, Halil Usta’ya çok yakın. Lahmacun, beyran, kebap, katmeriyle dört dörtlük bir menü. Yesemek Lokantası'da İmam Çağdaş’ın hemen yanında, yöresel yemekleriyle öne çıkıyor. Tatlı bir kapanış yapmak isterseniz de Orkide Pastanesi’nde fıstıklı acıbadem kurabiyesini denemelisiniz. Hafif ve yerel bir tat. 

Metanet Katmer

Metanet Katmer

Şanlıurfa

GAP turunun en özel duraklarından biri olan Şanlıurfa, tarih ve inanç turizminin kalbi sayılıyor. Şehir, yüzlerce yıllık hikayeleri ve kültürel zenginlikleriyle insanı adeta zamanda yolculuğa çıkarıyor. İlk olarak Balıklıgöl’ü ziyaret etmeden Şanlıurfa’dan ayrılmayın. Hz. İbrahim’in ateşe atıldığı yer olarak bilinen bu kutsal mekan, şehrin simgesi haline gelmiş. Balıklıgöl’ün hemen yanında bulunan Aynzeliha Gölü de mutlaka görülmeli. Bu iki göl, Şanlıurfa’nın mistik havasını en iyi yansıtan yerlerden. Tarihle iç içe olmak isterseniz, Şanlıurfa Kalesi ve Eyyüp Peygamber’in makamı gibi önemli noktalara uğrayabilirsiniz. Eyyüp Peygamber’in sabır taşı ve çile mağarası, manevi anlamda şehri ziyaret edenleri derinden etkiliyor. Şanlıurfa Müzesi ise arkeolojik ve etnografik zenginlikleriyle göze çarpıyor. Göbeklitepe’nin modelleri ve bölgedeki farklı medeniyetlerden kalan eserler burada sergileniyor. Ayrıca Haleplibahçe Mozaik Müzesi’nde, dünyanın en nadide mozaiklerini yakından görme fırsatınız var. Şanlıurfa’nın tarihi camileri de gezilecek yerler arasında. Rizvaniye Camii ve Halil-Ür Rahman Camii, mimarileri ve şehirle bütünleşen hikayeleriyle görülmesi gereken yerlerden. Mevlid-i Halil Külliyesi ise Hz. İbrahim’in doğduğu rivayet edilen mağarayı içinde barındırmasıyla önemli bir ziyaret noktası.

Balıklıgöl

Foto: Kuzey24 Balıklıgöl

Yeme içme konusuna gelecek olursakta; Urfa, geleneksel lezzetlerin en samimi haliyle buluştuğu bir şehir. Şehirde Livva Restoran, Tatvera Künefe ve Beyazıt Katmer gibi mekanlar favoriler arasında. Simit katmerin en güzelini Beyazıt’ta deneyebilirsiniz. Ciğerci Aziz ve Paflar Ciğer ise ciğer sevenlerin mutlaka uğraması gereken yerlerden. Şanlıurfa’nın hemen her köşesinde, birbirinden iddialı lahmacun ustalarını görmeniz mümkün. İncecik açılmış hamurun üzerine serilen, özel baharatlarla harmanlanmış kıyma ve sebzeler, o mükemmel lahmacun lezzetini yaratıyor. Sümer Pide sıkça tercih ediliyor. Yuvalak köftesi, Şanlıurfa’nın en zahmetli ve özel lezzetlerinden biri. İnce bugur ve sinirden arındırılmış kuzu etinden hazırlanan köfte, hem tadıyla hem de yapım süreciyle şehir mutfağında ayrı bir yere sahip. Yanında soğuk yoğurt çorbası olarak bilinen lebeni çorbasını denemeden geçmeyin, yaz aylarında serinleten ve hafif bir lezzet sunan bu çorba, Urfa sofralarının vazgeçilmezleri arasında. Yemeklerin yanında sunulan bostana ise ferahlatıcı bir salata olarak sofraları tamamlıyor. Şanlıurfa’nın mutfağında kebapların yeri çok ayrı, keme kebabı ise bahar aylarının müjdecisi olan keme mantarıyla yapılır ve bölgenin en sevilen kebaplarından biri.

keme kebabı urfa

Keme Kebabı

Mardin

Mardin ve çevresini keşfederken, bölgenin tarihine, kültürüne ve lezzetlerine de dokunuyorsunuz. Mardin, aslında ikiye ayrılmış. Gelen turistlerin fotoğraflarda sıkça gördüğü, taş evleri ve dar sokaklarıyla büyüleyen Eski Mardin ile apartmanların bulunduğu Yeni Mardin. Eski Mardin, tıpkı Venedik ya da Kudüs gibi, tamamı “sit alanı” ilan edilmiş, 12 bin yıldır birçok medeniyete ev sahipliği yapmış. Taş yapıları ve sokaklarıyla insanı adeta geçmişe götürüyor. Bölgeyi gezerken mutlaka Sakıp Sabancı Kent Müzesi, Mardin Müzesi ve Mor Behnam Kilisesi’ni ziyaret edin. Sakıp Sabancı Müzesi, 2. Abdulhamit döneminde süvari kışlası olarak inşa edilmiş ve şimdi müzeye dönüşmüş. İçinde Mardin’in yaşam kültürüne dair birçok bilgi var. Ayrıca müzenin alt katında yer alan sanat galerisi, zaman zaman farklı sergilere ev sahipliği yapıyor. Müzenin yakınındaki Hatuniye Medresesi ise avlusuyla huzur veren, camii ve medresenin bir arada olduğu nadir yapılardan biri. Burada Hz. Muhammed’e ait olduğu düşünülen ayak izini görmek mümkün. Artuklu Sultanı ve annesinin türbeleri de aynı avluda yer alıyor. Zamanınız kısıtlıysa burayı sonraki ziyaret listenize ekleyebilirsiniz. Mardin’in dar sokaklarında yürürken, tarihi Eski PTT Binası’nın göz alıcı taş işçiliği hemen dikkat çekiyor. Bina, 1890 yılında Ermeni mimar Lole’ye yaptırılmış ve uzun yıllar PTT olarak kullanılmış. Zinciriye Medresesi’ne doğru giderken, Mardin Olgunlaşma Enstitüsü’nü de ziyaret edebilirsiniz. Burada geleneksel halı dokuma tekniklerini yakından görebilirsiniz. Mardin Müzesi ise sarı kalker taşından yapılmış, üzerindeki eşsiz süslemelerle büyüleyici bir yapı. Burada kendi sikkenizi de basabiliyorsunuz. Eski Mardin sokaklarında birçok kilise görmek mümkün. Bunların arasında en çok ziyaretçi çekenlerden biri Kırklar Kilisesi, 569 yılında Süryani azizlerinden Mor Behnam ve kız kardeşi Saro adına yapılmış. İçeri genellikle öğleden sonra 13:00’den sonra girilebiliyor, öncesinde ibadet yapılıyor. Fotoğraf çekmek ise kesinlikle yasak. Latifiye Camii, diğer adıyla Abdullatif Camii ise yaklaşık 700 yıllık tarihiyle şehrin önemli dini yapılarından biri. Minaresi 300 yıllık ve mimarisi son derece zarif. Mardin’deki taş evlerin tamamı güneye, Mezopotamya’ya bakıyor. Bu taşların özelliği, yazın serin, kışın sıcak tutmaları. Evlerin detaylı motifleri, taşların kolay işlenebilmesinden geliyor. Latifiye ve Ulu Camii arasında kalan Mut Sokak ve Mardin Müzesi civarındaki Kültür Sokak, gece ışıklandırmasıyla adeta fotoğraf tutkunlarının gözdesi. Mardin’in yöresel taşları, “nahit taşı” olarak biliniyor. Yeraltından çıkarılan bu taşlar yumuşak olduğu için işlenmesi kolay, ancak hava koşullarıyla zamanla sertleşiyor. Kasımiye Medresesi ve Deyrulzafaran Manastırı gibi önemli tarihi yapılar ise bölgenin manevi ve kültürel kaleleri. Deyrulzafaran Manastırı’nın içindeki Güneş Tapınağı ise, Süryanilerin Hristiyanlığı kabul etmeden önce ibadet ettikleri yer olarak büyük önem taşıyor. Tapınak yeraltında ve içine merdivenle iniliyor. Buradaki devasa taşlar, yapının sağlamlığını simgeliyor. Biraz uzak olsa da Elbeğendi (Kafro) Köyü ve Dara Antik Kenti de gezilmeye değer. Kafro Köyü, harika pizzalarıyla şaşırtıcı bir durak. Sessiz bir köyde, muhteşem doğa manzarası eşliğinde rahatlatıcı müzikler ve lezzetli pizzalar sunan Kafro’s Pizzeria mutlaka denemelisiniz. Dara Antik Kenti ise Roma döneminden kalan etkileyici kalıntılarıyla tarih meraklılarının gözdesi. Yer altındaki su sarnıçları, tiyatrosu ve surlarıyla binlerce yıllık yaşam izlerini hissettiriyor.

Mardin

Mardin mutfağı da tıpkı kültürü gibi zengin ve lezzet dolu. Kaburga dolması, koyunun kaburga kemiği kullanılarak yapılan nefis bir yemek. İçli köfte ise Mardin’de iki şekilde hazırlanıyor; kızartılan “Irok” ve haşlanan “Ikbebat”. Kibbe ve Kihtel farklı dokunuşlarla yapılan, mutlaka tadılması gereken içli köfte türleri arasında. Alluciye ise erik ve etin buluştuğu özgün bir yemek. Lebeniye çorbası, süzme yoğurtla hazırlanan ve soğuk servis edilen hafif bir çorba. Harire tatlısı ise pekmez, şeker, un ve tarçının buluştuğu, cevizle süslenen yöresel bir lezzet. Mırra ise birkaç kez demlenerek hazırlanan, küçük kulpsuz bardaklarda sunulan acı bir kahve türü. Yemekler kadar içecekler de önemli. Süryani çayı “Zafaran” özellikle Kana Cafe’de denenmeli. İçine safran, tarçın ve bamya çiçeği katılarak hazırlanan bu aromalı çay, yanındaki Süryani çöreğiyle mükemmel bir ikili oluşturuyor. Kebapçı Yusuf Usta, kebabı veciğeriyle oldukça meşhur. Cadde üzerinde yer alan Kebapçı Rıdo da mutlaka ziyaret edilmeli. Mardin’de biraz farklı bir atmosferde Süryani şarabı tatmak isterseniz, bohem tarzıyla İzla Art'ta deneyebilirsiniz. Mardin dönüşünde ise kahve alışverişi yapmadan olmaz. Dibek Kahvesi’nin farklı karışımları Babil Kahve ve Davut Selim gibi mekanlarda bulunabilir. Fiyatını sonuna kadar hak eden lezzetlerden. Tatlı severler için ise Mardin’in meşhur badem şekeri “Hayalet Şeker” mutlaka tadılmalı. Mavi renkten açık maviye dönen bu badem şekeri, lahor ağacının kökünden elde edilen doğal boya sayesinde özel bir görünüme sahip. Tarçınlı, tiramisulu ve zencefilli çeşitleriyle damakları şenlendiriyor.

Kaburga Dolması

Kaburga Dolması

Diyarbakır

GAP bölgesinin en özel duraklarından biri de Diyarbakır, tarih boyunca birçok medeniyete ev sahipliği yapmış ve kültürel zenginliğiyle büyüleyici bir şehir. Diyarbakır Ulu Cami, Anadolu’nun en eski camisi olarak büyük önem taşıyor. 639 yılında, Müslüman Arapların Diyarbakır’a egemen olmasıyla, Ermenilerden kalan Martoma Kilisesi camiye çevrilmiş ve bu yapı tarih boyunca çeşitli onarımlar geçirmiş. Selçuklu Sultanı Melikşah’ın isteğiyle 1091’de kapsamlı bir yenileme yapılmış. 1115’te yaşanan yangın ve deprem nedeniyle orijinal bezemeli taş sütunların çoğu zarar görmüş olsa da caminin tarihi dokusu hala korunuyor. Caminin bir diğer dikkat çekici unsuru ise sibernetiğin babası sayılan El Cezeri’nin burada yaptığı güneş saati. Şehirde Ahmed Arif’in anısını yaşatan Ahmet Arif Müze ve Sanat Evi ise 120 yıllık tarihi bir Diyarbakır konağı. Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından restore edilerek 2011’de ziyarete açılan müzede, ünlü şairin kişisel eşyaları, el yazısıyla yazdığı şiirleri ve Diyarbakır’dan çıkan birçok şairin fotoğrafları sergileniyor. Benzer şekilde Cemil Paşa Konağı da Osmanlı döneminden kalma görkemli bir yapıt. 1888-1902 yılları arasında inşa edilen bu konak, kesme bazalt taşından, geniş avlusu ve havuzlu bahçesiyle şehrin sivil mimarisinin en güzel örneklerinden. Suriçi’nin otantik atmosferinde yer alan Sülüklü Han, 1683’te Hanilioğlu Mahmut Çelebi ve kız kardeşi Atike Hatun tarafından yaptırılmış. Restore edilerek 2010’dan itibaren hizmet veren han, kahve ya da Süryani şarabı içmek için eşsiz bir mekan. Diyarbakır’ın kalbi sayılan İçkale, kentin ilk yerleşim alanı ve yönetim merkezi olarak oldukça önemli. 20 burç ve 4 kapıdan oluşan bu tarihi alan, restore edilerek müze, kafeterya ve tarihi kiliselerle dolu bir açık hava kültür merkezi haline getirilmiş. İçkale’nin hemen yanı başında bulunan Diyarbakır Arkeoloji Müzesi ise bölgedeki prehistorik çağlardan Osmanlı dönemine uzanan geniş bir eser koleksiyonuna ev sahipliği yapıyor. Son dönemlerde yapılan kazılarda ortaya çıkarılan Körtik Tepe buluntuları da burada sergileniyor; bu da Anadolu’da insanlığın yerleşik hayata ne denli erken geçtiğine dair önemli bir kanıt. Şehirde, kubbesi çökmüş olsa da görkemini koruyan Saint George Kilisesi, tarih ve sanat severlerin ilgisini çekiyor. Ayrıca Şeyh Mutahhar Cami’nin dört ayaklı minaresi Anadolu’da biricik örnek olarak dikkat çekiyor. Rivayete göre minarenin altından yedi kez geçen dileğine kavuşuyor. Süryani cemiyetinin 20 kişilik nüfusuna ev sahipliği yapan Meryem Ana Süryani Kadim Kilisesi ise Bizans döneminden kalma önemli bir yapıt. İçerisindeki ikonalar, ahşap işçiliği ve kapısı ile Diyarbakır’daki Süryani mirasının önemli bir temsilcisi. Diyarbakır Kalesi, yaklaşık dokuz bin yıllık surlarıyla Çin Seddi’nden sonra dünyanın en uzun ve geniş savunma duvarlarından biri olarak biliniyor. İç kale ve dış kale olarak iki bölümden oluşan bu yapıda Dağ Kapı, Urfa Kapı, Mardin Kapı ve Yeni Kapı gibi dört ana giriş bulunuyor. 2015 yılında Hevsel Bahçeleri ile birlikte UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne girmesi, kalenin değerini bir kez daha gözler önüne seriyor. Hevsel Bahçeleri ise 8 bin yıldır tarımın sürdüğü, 180 kuş türü ve çok sayıda sürüngenin yaşam alanı olan doğal bir cennet. Tarihi köprüler arasında On Gözlü Köprü, Dicle Nehri’ni iki yakada birbirine bağlıyor ve 1065 yılına tarihleniyor. Malabadi Köprüsü ise Selçuklu döneminin mühendislik harikası olarak 1147’de inşa edilmiş. Günümüze ulaşan en büyük taş kemer köprüsü olarak biliniyor. Üzerindeki kabartmalar ve köprünün yanındaki tarihi yapılar, ziyaretçiyi zamanda yolculuğa çıkarıyor. Diyarbakır’daki Hz. Süleyman Camii ve 27 Sahabe Türbeleri, ziyaretçilere farklı bir manevi atmosfer yaşatıyor. Sahabelerin aynı yerde defnedilmiş olması, burayı Türkiye’de nadir bulunan kutsal mekanlardan biri haline getiriyor. Şehrin surlarla çevrili olması ve bu surların yıllara meydan okuyarak günümüze kadar ulaşması, Diyarbakır’ın tarihi dokusunun ne kadar iyi korunduğunun en önemli kanıtlarından. Kakmalı kapılar, Süryanice yazıtlar, ahşap işlemeli mihraplar ve diğer tarihi detaylar, Diyarbakır’ın çok katmanlı kültürel mirasını gözler önüne seriyor. 

 Malabadi Köprüsü

Malabadi Köprüsü 

Diyarbakır, tarih ve kültür turunun yanı sıra damaklarda da unutulmaz tatlar bırakıyor. Suriçi’nde restore edilen 600 yıllık eski bir hamamın içinde hizmet veren Fırın-ci, ambiyans ve lezzetiyle ön plana çıkıyor. Geleneksel Diyarbakır yemeklerinden ayvalı kavurma ve çeşitli kebap türlerini mutlaka denemelisiniz. Paçacı Fazıl Usta’nın kaburga dolması ve paçası, Meşhur Kebapçı Hacı Halid’in kuzu gerdanı, kavurması, patlıcanlı kebabı ve Arap tava gibi spesiyalleri şehre has tatlar arasında. Cuma günleri özellikle çıkan “ıstakoz” adlı kuzu yemeği hızlıca tükeniyor. Nasır Usta Adana Kebapçısı ise Diyarbakır’ın en iyi Adana kebabını sunuyor. Umut Ciğercisi, ciğeri ve soslu soğanıyla meşhur. Ayrıca Diyarbakır Lahmacun Merkezi’nde yöresel lezzetlerin en iyilerini tadabilirsiniz. Diyarbakır’ın burma kadayıfı da oldukça ünlü. Saim Usta’nın peynirli sıcak kadayıfı öğle saatlerinde çabucak tükeniyor. Pilav üstü tandır için Doğan Sofra Salonu ve serpme köy kahvaltısı için Kadri Usta gibi mekanlar tercih edilebilir. Tatlı konusunda ise Sıtkı Usta, Levent Usta ve Saim Usta gibi isimler bölgenin en başarılı ustaları arasında.

Fırın-ci

Fırın-ci

Adıyaman

Güneydoğu Anadolu’nun en etkileyici noktalarından biri olan Nemrut Dağı Milli Parkı, tarihi ve doğal güzellikleriyle biliniyor. Bölgeyi gezerken, sadece Nemrut’un görkemli zirvesi değil, çevresindeki pek çok antik ve kültürel zenginliği de keşfediyorsunuz. Adıyaman şehir merkezine yalnızca 5 kilometre mesafede bulunan Perre Antik Kenti, aslında devasa bir nekropol alanı olarak karşımıza çıkıyor. Burada yürüyüş yolları ve bilgilendirme panolarıyla geçmişe dair izler sürerken, ziyaret için küçük bir ücret ödemeniz gerekiyor. Perre’nin hemen 1 kilometre ötesinde, Örenli Köyü’nde halen kullanılan bir Roma Çeşmesi yer alıyor, tarihi dokunun hayat bulduğu bu çeşme, bölgenin Roma dönemine ait ayak izlerinden sadece biri. Kahta ilçesi sınırlarında yer alan Nemrut Milli Parkı’na ulaşırken, yol üzerindeki Hz. Safvan B. Muattal Türbesi de ziyaret listenize ekleyebilirsiniz. Bu türbe, Hz. Muhammed’in sahabelerinden biri olarak bölgenin manevi zenginliklerinden biri. Milli parkın içinde ise geziye başlarken ilk durağınız mutlaka Karakuş Tümülüsü olmalı. Kommagene Kralı II. Mithradates tarafından annesi İsias için yaptırılan bu anıt mezar, aynı zamanda kralın kız kardeşlerinin de son dinlenme yeri. Anıt, hem mimarisi hem de üzerindeki heykellerle Kommagene’nin kadınlarına adanmış güçlü bir hatıra. Bir sonraki adımda sizi Cendere Köprüsü karşılıyor. Roma döneminden kalan bu köprü, bölgeye hükmeden lejyonların izlerini taşıyor ve tarihi dokuyu günümüze taşıyor. Eski Kahta ya da Yeni Kale olarak bilinen kalede ise üç medeniyetin izleri bir arada bulunuyor. Kommagene döneminden başlayarak Roma ve Memlükler tarafından da kullanılmış olan bu kale, restore edilerek ziyaretçilerine açılmış. Kalenin alt kısmında yer alan Memlükler dönemine ait köprü ve Arsameia Antik Kenti de mutlaka görülmesi gereken yerlerden. Arsameia, Kommagene’nin yazlık başkenti olarak antik yazıtları ve etkileyici kabartmalarıyla gelen ziyaretçilerini büyülüyor. Nemrut Dağı zirvesine iki farklı yoldan ulaşmak mümkün. Karadut Köyü üzerinden geçen eski yol, konaklama ve dinlenme imkanlarıyla tercih edilirken, Arsameia’dan direkt zirveye ulaşan kısa yol daha pratik bir seçenek diyebiliriz. Zirvede gün doğumu ya da batımını izlemek, dünyanın en özel manzaralarından birine tanıklık etmek demek. Rakımın yüksek olması nedeniyle yanınızda mutlaka kalın bir şeyler bulundurmanızda fayda var. M.Ö 1. yüzyılda Kommagene Kralı I. Antiochos tarafından yaptırılan anıt mezar ve çevresindeki teraslarda, doğu ve batı teraslarda yer alan heykeller, mitolojik ve kraliyet sembolleriyle dolu. Aslan ve kartal figürleri, yeryüzü ve gökyüzü güçlerini simgeliyor. Bu heykeller, dönemin sanatsal ve kültürel zenginliğinin en önemli göstergelerinden. Adıyaman’da ise tarih kadar yöresel yaşam ve kültür de öne çıkıyor. Oturakçı Pazarı’nda demir işçiliğinden bakır ürünlere, tespihlerden meşhur Adıyaman tütününe kadar birçok yöresel ürünü görmek mümkün. Süryani Kadim Metropolitliği ise bölgedeki Süryani kültürünün önemli bir mirası olarak ziyaretçilerini bekliyor. Mor Petrus ve Mor Pavlus Kilisesi, yüzyıllık tarihini koruyan ve restore edilen yapısıyla bu kültürel dokuyu yaşatıyor. 

Nemrut Adıyaman.webp

Nemrut Dağı

Yemek konusunda ise Adıyaman, zengin mutfağı ile ön plana çıkıyor. Kebapçı Beko’nun kuyruk yağı ve etten yapılan zırh kebabı, Burcu Kebap’ın mezeleri, Ziyaoğlu Adana Ocakbaşı’nın patlıcanlı kebabı gibi lezzetler, damaklarda iz bırakıyor. Daha sulu ve ev yemeklerine yakın alternatifler arayanlar için Perihanımeli Sofrası ve Kervansaray Restoran, yöresel tatlarla dolu menüleriyle tercih edilebilir. Etin her türlüsü için İskender 85 Et Lokantası, Bilal Usta Kebap Salonu, Süreyya Et Lokantası ve Şambayatlı Hoca’nın Yeri gibi adresler de öne çıkıyor.  Adıyaman’da farklı bir tat arayanlar için Laz’ın Yeri Karadeniz mutfağına ait mıhlama gibi lezzetler sunarken, çiğ köfte sevenler Yeni Nesil Adıyaman Çiğ Köfte Kenan Usta ve Babacan Sait Usta’nın mekanlarını deneyebilir. Hızlı ve lezzetli bir atıştırmalık için Meşhur Dönerci Mahmut Usta da şehirde sıkça tercih edilen adreslerden. Tatlı severler için ise Adıyaman Tatlı Salonu’nun fıstıklı peynir helvası mutlaka denenmeli.

Kebapçı Beko

Hatay

Güneydoğu Anadolu’yu gezmeye karar verdiyseniz, rotanıza mutlaka Hatay’ı da eklemelisiniz. Türkiye’nin Akdeniz Bölgesi’nde yer alan bu özel şehir, tarihi dokusu, kültürel çeşitliliği ve eşsiz mutfağıyla büyüleyen bir yer. Tarihi Paleolitik Dönem’e kadar uzanan Hatay, farklı medeniyetlere ev sahipliği yapmış, adeta yüzyılların birikimini barındıran bir kültür mozaiği. 1939 yılında yapılan referandumla Türkiye topraklarına katılan Hatay, ismini “Hıtaylar” olarak bilinen Türk kavimlerinden alıyor. Dini hoşgörünün yaşandığı bu topraklarda, St. Pierre Kilisesi de özel bir konuma sahip. Asi Nehri’nin batısında yer alan bu antik kilise, Hristiyanlığın ilk dönemlerine ışık tutuyor ve mimarisiyle hayran bırakıyor. Biraz daha yukarılara çıkmak isterseniz, Aziz Simeon Manastırı kalıntılarına doğru yürüyüş yapmak güzel bir tercih olabilir. Yapı günümüze pek sağlam ulaşamamış olsa da bulunduğu nokta ve sunduğu manzara büyüleyici. Tarihle iç içe geçen bir gezi rotasında Titus Tüneli de mutlaka yer almalı. Roma döneminde İmparator Vespasian tarafından yapımına başlanan ve oğlu Titus tarafından tamamlanan bu tünel, mühendislik harikası bir yapı. Aynı zamanda mitolojik hikayelerle de beslenmiş bir atmosferi var. Yer yer “Tinus Tüneli” ya da “Vespasian Tüneli” olarak da anılıyor. Hatay’ı gezerken bazı tarihi noktaların restorasyon sürecinde olduğunu da görebilirsiniz. (Arkeoloji Müzesi, St. Pierre Kilisesi). Gitmeden önce güncel durumu kontrol etmekte fayda var. Hatay, kültürüyle, dini yapılarıyla, doğasıyla ve kendine özgü yemek kültürüyle Gap rotası üzerinde kesinlikle es geçilmemesi gereken bir şehir. Her adımda farklı bir medeniyetin izine rastlamak mümkün.

St. Pierre Kilisesi Hatay

St. Pierre Kilisesi Hatay

Yemek işi Hatay’da sadece karın doyurmak değil, adeta bir kültür meselesi. Güne Hatay’ın meşhur kahvaltısıyla başlamak istersen, Yusuf Dayı’nın Yerini tercih edebilirsiniz. Sıcacık zahterli zeytinyağından çökelek salatasına, biberli ekmekten sürküne kadar ne ararsan var. Kahvaltı tabakları bol kepçe, ekmek sepeti hemen doluyor, kahvaltıya doyunca çayı da keyifle içiyorsunuz. Masalarda hep tanıdık bir samimiyet var. Künefe Hatay’da her köşe başında var ama Yusuf Usta’nın tepsisi başka. Teller ince, peyniri kararında tuzlu. Bazı tabaklar biraz fazla şerbetli gelebilir ama közde pişen o altın sarısı yüzeyiyle oldukça iştah açıyor. Yerli halkın ısrarla önerdiği yerlerden biri. Yemek için oturup “Hatay usulü ne varsa gelsin” demek isterseniz, rotanızı Sultan Sofrası’na çevirebilirsiniz. İçli köfteyi oruk diye, aşureyi aşur diye biliniyor.  Borani denilen ıspanaklı yoğurtlu meze ise pek hafif ve iştah açıcı. Servis hızlı, porsiyonlar yeterli, lezzet ise annelerimizin eli gibi tanıdık. Et severler için Avlu Restoran biçilmiş kaftan. Tepsi kebabı, ciğer, ali nazik'in her biri masaya buharı üstünde geliyor. Mezeleriyle özellikle beğeni topluyor.Etin kalitesi belli, piştiğinde lokum gibi dağılıyor. Fiyatlar bölgeye göre makul. Geç saatte bile gitseniz taze taze yemek yiyebiliyorsunuz. Sini kebabı için Pöç Kasabı’nın yeri ayrı. Tepsiye basılan baharatlı kıyma, fırında taş gibi pişiriliyor. Gelen tabak sade ama içi dopdolu. Zırh etiyle yapılan kebap, kıyma gibi değil, etin dokusu damağa geliyor. Bir tabakla doyuluyor ama damağında bir tabak daha kalıyor. Mekanın salaşlığı, lezzetin önüne geçmiyor. Tatlı finali için Affan Kahvesi’ne uğramamak olmaz. Duvarlarında eski çerçeveler, masalarında tarihin tozu var gibi. Soğuk şerbetin içinde buz gibi muhallebi, üstünde dondurma. Ne çok tatlı ne yavan, tam ayarında.

 Künefe

Gap Turuna Ne Zaman Gidilir?

GAP bölgesini gezmek için en keyifli zamanlar, havanın ne bunaltıcı sıcak olduğu ne de soğukla boğuştuğunuz dönemlerdir. Bu da genelde bahar aylarına denk gelir. Nisan, Mayıs ve Haziran’ın ilk günleri doğanın canlandığı, güneşin ısıttığı ama yakmadığı güzel bir dönem. Aynı şekilde Eylül ortasından Kasım başına kadar olan zaman dilimi de gezmek için oldukça ideal; sıcaklık yerini serinliğe bırakır, kalabalıklar azalıyor, bölgenin tadı daha da iyi çıkıyor.

Gap Turu

Gap Turunda Yanınıza Almanız Gerekenler

GAP turu için yola çıkmadan önce seyahat tarihiniz netleştiyse sırada valiz hazırlığı var. Bu bölgeyi keşfetmek demek bol bol yürümek, sıcağı ya da serin havayı göğüslemek, taş sokaklardan antik kalıntılara kadar farklı zeminlerde dolaşmak demek. O yüzden valizin baş köşesine rahat yürüyüş ayakkabılarınızı koymak şart. Mevsime uygun, terletmeyen ya da üşütmeyen kıyafetler de işinizi kolaylaştırır. Bir de sıra gecesi gibi yerel etkinliklere katılmayı planlıyorsanız, hem şık duracak hem de rahat hareket etmenizi sağlayacak birkaç parça kıyafet almayı ihmal etmeyin. 

  • Yaz aylarında çabuk kuruyan, terletmeyen giysiler
  • Kış aylarında kalın kazaklar ve polarlar
  • Yağışlı dönemler için su geçirmez, sıcak tutan mont veya kaban
  • Yürüyüşe uygun, rahat ve dayanıklı ayakkabılar
  • Güneş kremi ve nemlendirici
  • Fotoğraf çekmek için powerbank (taşınabilir şarj cihazı)
  • Kamera, telefon, bilgisayar gibi cihazlar için gerekli kablo ve şarj aletleri
  • Otobüs veya uçak yolculukları için seyahat yastığı
  • Gürültüden etkileniyorsanız kulak tıkacı

GAP bölgesini keşfe çıkarken konaklama da önemli bir detay. Bölgedeki oteller, modern konforu ve de bölgenin kendine özgü atmosferini sunuyor. Seyahatinizi planlarken rahat ve keyifli bir konaklamak ve farklı bütçelere ve ihtiyaçlara uygun pek çok seçenek arasından tercih yapmak için Güneydoğu Anadolu Bölgesi Otelleri ve Hatay Otelleri sayfalarımıza göz atabilirsiniz. Böylece yolculuğunuzun her anı konfor ve huzur dolu geçeceğine eminiz..

Sıkça Sorulan Sorular

GAP Turu için En Uygun Mevsim Hangisidir?

İlkbahar (Nisan-Haziran) ve sonbahar (Eylül-Kasım) ayları, bölgenin sıcaklıklarının daha ılıman olduğu, doğanın canlandığı ve yağışların az olduğu dönemler olduğundan, GAP turu için en ideal zamanlardır.

GAP Bölgesinde Gezilecek Yerler için Ne Kadar Süre Ayırmalıyım?

Gap turunda, Mardin, Diyarbakır, Adıyaman, Şanlıurfa, Hatay ve Gaziantep şehirleri gezilir. Bölgenin tarihi ve kültürel zenginlikleri oldukça fazla olduğundan, genel olarak 7-10 günlük bir tur, başlıca şehirleri ve önemli turistik noktaları rahatça keşfetmek için yeterlidir.

GAP turu hangi şehirleri içerir?

GAP turu, Mardin, Diyarbakır, Adıyaman, Şanlıurfa, Hatay ve Gaziantep şehirlerini içerir.